AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ IŞIĞINDA
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TÜRK CEZA KANUNU’NDAKİ
HAKARET SUÇU İLE İLİŞKİSİ
Doğan ERKAN
GİRİŞ
Uluslararası sözleşmelerle ve iç hukuk kuralları ile de koruma altına alınan, insan haklarının da başında gelen ifade özgürlüğünün amacı düşüncelerin, fikirlerin açıklanmasıdır.
Bu özgürlük günümüz demokratik ve hukuk devletlerinde en çok önem verilen hakların başında geldiğini görmekteyiz. Çünkü, ifade özgürlüğü, özgür bir birey olmanın en önemli öğelerinden biridir.
İfade özgürlüğü, “Düşünceyi söz, yazı ya da başka vasıtalarla başkalarına aktarabilme, anlatabilme, yayabilme ve onları kendi düşünce ve inançlarının doğruluğuna ikna edebilme, inandırabilme, tercihleri doğrultusunda tutum ve davranışlarda bulunabilme hakkı” (Tanör, Bülent, ‘‘Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası’’, Öncü Kitabevi, İstanbul, 1969, s. 27) şeklinde nitelendirilebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), düşünceyi açıklama özgürlüğünü, demokratik toplumların ilerlemesi ve her ferdin gelişimi için temel koşullardan birini oluşturduğu şeklinde nitelendirmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün demokratik toplum olmanın ön şartı olduğu ifade edilebilir.
Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün var olması gerektiği tartışmasız olmakla birlikte bu özgürlüğün bazı sınırlarının olması da doğal karşılanmalıdır. Ancak bu sınırlamanın sınırları da açıkça çizilmelidir.
Bu çalışmada, ifade özgürlüğünün hangi hallerde özgürlük kapsamından çıkarak Türk Ceza Kanunu’ndaki hakaret suçunu oluşturduğu, hangi hallerde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: İfade Özgürlüğü, Demokratik Toplum,
Hakkın sınırlandırılması, Sert Eleştiri, Hakaret Suçu
Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. Madde metni şöyledir:
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale edilmeksizin ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın, görüş sahibi olma, bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma özgürlüğünü içerir.”
İfade özgürlüğünün öznesi herkestir. Gerçek kişi-tüzel kişi, yurttaş-yabancı gibi ayrımlar, hakkın öznesi bakımından değil, sınırlanması bakımından bir önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesinin” haklı kılınması mümkün değildir. Aksi bir düşünce bazı kişi ve grupların Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan haklardan yararlanmasına engel olacağı için bu durumun hakların kullanılması bakımından kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir (AYM, Ali Gürbüz ve Hasan Bayar Kararı, B. No: 2013/568, 24/6/2015, § 67; Ali Gürbüz Kararı, B. No: 2013/724, 25/6/2015, § 69.). Bu nedenle kural olarak ayrımsız bir biçimde herkesin ifade özgürlüğü koruma altındadır.
Ancak her hak gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur. Bu durumun sonucu olarak bazı ifadeler, ifade özgürlüğünün kapsamında değerlendirilirken bazıları kapsam dışında değerlendirilebilmektedir. Bazı ifadeler zaman zaman ifade özgürlüğünün norm alanı içerisinde değerlendirilmemektedir. Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar verilmesinin ardından bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanamayacağı değerlendirilmektedir. Günümüzde faşizm, ırkçılık, ayrımcılık, savaş propagandası veya nefret içerikli ifadelerin insan hakları hukuku açısından ifade özgürlüğünün norm alanına girmediği genel olarak kabul edilmektedir (Bülent Tanör; Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasası’na Göre Türk Anayasa Hukuku, Beta Yay., İstanbul, 2006, s. 159.). Bu yönde bir sınırlama ifade özgürlüğünün “olumlu” yönde sınırlanması olarak kabul edilebilir. Nefret içerikli ifadelerin mağdurların şiddete yol açabilecek şekilde tepki göstermesine yol açabileceği, mağdurlara yönelik şiddet olaylarını tahrik edebileceği ve bu şekilde bir zarar ortaya çıkmasa dahi ifadelerin başlı başına bu tür ifadelere muhatap olan kişiler açısından zarar meydana getirebileceği kabul edilmektedir.
Ancak burada nefret içerikli ifadeler ile sert eleştiri niteliğindeki ifadeler arasındaki sınırın tayin edilmesi gerekmektedir. Nefret söylemi niteliğindeki ifadeler sert eleştiri sayılmamaktadır ve koruma görmemektedir (İfade Özgürlüğü, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2, Dr. Ulaş Karan). Ancak nefret söylemi olmayan ifadeler, sert, incitici, şoke edici bile olsalar sert eleştiri kapsamında görüleceklerdir.
Pozitif koruma kapsamında olmayan ifade biçimlerini AİHM şöyle kategorileştirmektedir (https://www.echr.coe.int/Documents/FS_Hate_speech_TUR.pdf):
Etnik nefret
Dini nefret
Demokratik düzene tehdit
Düşmanlığa teşvik
Şiddet çağrısı
Cinsiyetçi söylem
Homofobi
Terörü tasvip etme
Savaş suçlarını tasvip etme
Ayrımcılık ya da nefrete kışkırtma
Tüm bunlar, ifade özgürlüğü kapsamında görülemeyecek, özgürlüğün dışındaki ifade biçimleridir. Ancak bu kategoriden olmayan her söylem, sert eleştiri kapsamında görülmelidir.
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 64.). AİHM kararlarında en çok yer tutan ifadeler siyasi nitelikli ifadelerdir. AİHM siyasi ifade özgürlüğüne diğer ifade türleri ile karşılaştırıldığında ayrıca bir önem atfetmektedir. Mahkeme’ye göre siyasi tartışma özgürlüğü “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesidir” (AİHM, Lingens/Austria, Appl. No: 9815/82, 08.07.1986, § 41-42).
AİHM’in siyasi ifadeler konusundaki yaklaşımına göre kamusal organların denetimi bir yurttaşlık görevidir ve yurttaşların bu görevi yerine getirirken ağır ve sert bir üslup kullanması mümkündür.
“Siyasi tartışma özgürlüğünün ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.” ( a.y.m., agk.). Siyasi ifadeler kapsamında gündeme gelen bir diğer konu siyasetçilerin özel yaşamına dair eleştiriler veya haberlerdir. Normal bir durumda kişinin özel yaşamı kapsamında görülebilecek bazı durumlar siyasetçiler açısından kamu yararı bulunan konular olarak görülebilmektedir. Mahkemeye göre siyasetçilere yönelik eleştirilerin sınırı özel kişiler için olandan daha geniştir ve bu durum günümüzde yerleşik bir ilke haline gelmiştir. AİHM’e göre siyasetçiler özel kişilerin aksine basının ve halkın yakından denetimine açık olmayı ve kamuoyunca tanınan bir kişi olmayı bilerek tercih etmektedir ve bu nedenle kendilerine yöneltilen eleştirilere daha geniş bir hoşgörü göstermek durumundadırlar (AİHM, Dabrowski/Poland, Appl. No: 18235/02, 19.12.2006, § 35).
Anayasa Mahkemesi de ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerde, müdahalenin haklılığını değerlendirirken “ifade ile hedef alınan kişinin kimliği ve ifadenin içeriği” bakımından bazı ayrımlara gidebilmektedir. Mahkeme’ye göre kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir. Kamuya mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve gazetecilerin gördükleri işlev nedeniyle şöhretleri söz konusu olduğunda toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak bu kişilerin daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerekmektedir (AYM, Nilgün Halloran Kararı, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 45).
Kamu görevlilerine yönelik izin verilen eleştirilerin sınırlarının görevlinin üstlendiği kamu görevinin kapsamına, niteliğine ve bulunduğu makama verilen yetkilere bağlı olarak değişebileceği de kabul edilmiştir. Örneğin bir okul müdürüne yönelik eleştiriler, bu görevlinin sorumluluğundaki okulda meydana gelen bazı olaylara ilişkin ise hakkındaki eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanması beklenmektedir (AYM, Tuğrul Culfa Kararı, B. No: 2013/2593, 11/3/2015, § 55). Anayasa Mahkemesi, “ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise korumayı üst düzeyde şöhretten yana tutmakta, siyasetçinin şöhreti söz konusu ise ilke olarak tercihini ifade özgürlüğünden yana kullanmaktadır.” (AYM, Emin Aydın Kararı, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 58; Emine Rezzan Aydınoğlu Kararı, B. No: 2013/8396, 11/3/2015, § 51; Mustafa Nihat Behramoğlu Kararı, B. No: 2014/11299, 26/10/2016, § 31)..
Belirtmek gerekir ki; tartışmaları toplum önünde olan, söz ve eylemleri takip edilip tartışılan siyasal özne, üstelik de siyasal söylemleri sebebiyle gelen sert eleştirilere katlanmak zorundadır.
AİHM’in kategorik olarak ifade özgürlüğü dışında tuttuğu nefret söylemi orjinli söylemler hariç olmak üzere, sert eleştiri özgürlüğünü ise – özellikle siyasal tartışmalar bağlamında kullanıldığında – çok geniş tuttuğunu ifade etmek isteriz. Buna dair bazı örnekler vermek gerekirse:
. Eon v. France kararında “DEFOL GİT SENİ PİSLİK!” sözleri koruma görmüş ve sert eleştiri olarak kabul edilmiştir.
“ahlak dışı, şerefsiz” ve “gerizekalı” sözleri Lingens v. Austria kararında sert eleştiri olarak görülmüştür.
Pakdemirli v. Turkiye kararında “şişman, şişko, yalancı, iftiracı, dar kafalı, tekerin patlasın, allah belanı versin” sözleri sert eleştiri olarak kabul edilmiştir.
SONUÇ
Nisbi bir hak olan İfade Özgürlüğü, AİHM tarafından geniş yorum ilkesiyle ve sınırlanması istisna olacak biçimde korunmuş olmaktadır. Özellikle siyasiler ve tanınmış kişilere yapılan eleştiri “neredeyse sınırsızdır” biçiminde tarifleyen AİHM’in bu yaklaşımı, Türk yargısında uygulanmaktan ve anlaşılmaktan henüz uzaktır. Pek çok yurttaşın “hakaret” suçlamasından soruşturma, kovuşturma hatta tutuklama ile karşılaştığı Türkiye’deki bu yargı kültürü ve pratiğini değiştirmek verili durumda hukuk-politik ve hukuk-teknik bir avukatlık çabasıyla mümkün olabilecektir.
Av. Doğan ERKAN
Av. Nadire DURUDOĞAN