ODA TV ‘de yayımlanan makalemiz.
Ankara’daki gezi eylemlerine ilişkin TMK 10 maddesi ile yetkili (eski adıyla CMK 250 ile yetkili özel yetkili denilen) savcılıkça yürütülen bir soruşturma var. Bu soruşturmada gezi eylemlerine katılan bazı göstericilerin, “terör örgütlerinin talimatıyla, ya da örgüt adına”katıldıkları iddiasıyla yürüyor. Bu soruşturma kapsamında iki operasyonda toplam 36 kişi tutuklanmıştı ve yapılan itirazlar üzerine ve tutukluluk inceleme oturumlarındaki talepler üzerine, peyderpey tamamı serbest kaldı. Ancak bunların iddianamesi henüz hazırlanmadı.
Bir de aynı eylemler sebebiyle, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’namuhalefet suçlamasından soruşturma yürümekteydi. Burada herhangi bir terör örgütü bağlantısı suçlaması yok. Çeşitli eylemlerde, gösteri yürüyüşleri kanununa aykırı davranış iddiası var. Bu soruşturmadan toplam 6 ayrı iddianame çıktı. Bu iddianameler sunuldukları Asliye Ceza mahkemelerince kabul edildi. İlki Ağustos ayında Ethem Sarısülük’ün cenazesinin kaldırıldığı gün gerçekleşen eylemlere 35 kişiye karşı düzenlenen iddianame. Ethem’in cenazesinin vurulduğu yere götürülmesine polis tarafından izin verilmeyince, Kızılay’da eylem gerçekleşmiş ve polis buna müdahale etmişti. Ardından Eylül ayında toplam 10 kişiye daha 5 ayrı iddianame düzenlendiği ortaya çıktı. Bunlar da Kızılay, Dikmen ve Kennedy Caddesi’ndeki eylemlere.
KOPYALA-YAPIŞTIR İDDİANAMELER:
İddianameler gerek suç atfı, gerek iddianame tekniği, gerekse savcılık yetkileri bakımından oldukça sorunlu.
Bir defa, iddianamelerin 9 paragrafı kopyala-yapıştır yöntemiyle, birebir aynı. Olay akışı bir-iki paragrafta toplandıktan sonra, hukuki gerekçe bu aynı 9 paragrafta toplanmış, her altı iddianamede de. Oysa eylemlerdeki olaylar farklı. Kimisinde eylemciler barikat kurmakla suçlanıyor, kimisinde yüzünü kapatmakla, kimisi ana caddede, kimisi değil (bu dahi fark eder), kimisinde dağılma ikazından önce yaşananlar suça konu edilmiş, kimisinde ikazdan sonrakiler. Oysa bunlar hep ayrı mütalaa edilmelidir. Bu tür iddianameler öncelikle “hukuk güvenliği” ilkesine aykırı. Savcılık makamlarının kafasında şablon bir suçlama olduğu kanaati oluşturuyor ki, düşman ceza hukuku uygulaması dediğimiz kapsama girmiş oluyoruz.
Kopyala-yapıştır yöntemi öylesine göze batıyor ki, iddia makamı hakkın “meşruiyet”inden bahsederken sehven “meşrutiyet” kavramından bahsetmiş. Kopyala yapıştır olduğu için 6 iddianamenin tamamında aynı hata yapılmış. Yok, eğer iddia makamı bu iki kavramı birbirine karıştırıyorsa, buradaki hukuki yetersizliği düşünmek dahi istemeyiz.
SUÇ ATFINDAKİ TUTARSIZLIK
İddianamelerin hukuksal gerekçe kısmını oluşturan bu 9’ar paragraflık bölümünde, adeta bir savunma psikolojisi var. Bir avukat savunma dilekçesi psikolojisiyle, “neden böyle bir suçlama yapıyoruz” ve “polisin bu eylemlere müdahale etmesini nasıl haklı çıkarabiliriz?” vicdanı sorularına cevap üretilmeye çalışılmış gibi. Metindeki bu psikoloji çok öne çıkıyor. Bu iyi bir şey olarak görülebilir, ancak suçlamanın savunulması yerine, olması gereken lehe durum ve delillerin sıralanması olmalıydı. Zira Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. Maddesinin (5) no.lu bendinde “İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür”denilmektedir.
Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iki kararına atıf var. Suçlamanın dayanaklaştırılması için bu kararlara değinilmiş. Ancak bu kararların biri 2001 tarihli, diğeriyse 1979. Oysa AİHM’nin yakın tarihli çok daha farklı kararları var. İddia makamı, kendi “lehine” kararlara atıf yapmış ve bu kararlar oldukça eski.
“GEZİ EYLEMLERİ TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ BÖLMEK AMAÇLI YAPILDI”
En büyük hukuki tezatlar şunlar:
-Atıf yapılan AİHM kararlarında , “gösteri, belirli bir amacın şiddete dayalı olarak gerçekleştirilmesine hizmet ediyorsa, artık barışçı olmadığı kabul edilmektedir” ibareleri vurgulanmış iddianamelerde. Ancak suçlamaya konu eylemlerde bu amacın varlığına dair hiçbir somut suçlama yok. Hangi AMACIN ŞİDDETE DAYALI OLARAK GERÇEKLEŞMESİ?
Atıf yapılan “Stankov United Macedonian-Bulgaristan 2001” davasının esasa ilişkin özeti şu: “mahkemeler Temmuz 1990, Kasım 1990 ve Mart 1991 tarihlerinde verdikleri kararlarda, ulusal ve etnik düşmanlığı tahrik eden başvurucu derneğin amaçlarının ulusal bütünlüğüne karşı olduğu ve Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü için tehlikeli olduğu sonucuna varmışlardır. Bu nedenle derneğin tescilinin, o sırada yürürlükte olan 1971 Anayasasının 3, 8 maddeleri ile 52(3). Fıkrasına aykırı olacağını düşünmüşlerdir. Derneğin amaçları arasında, özellikle “Makedonya’nın siyasal gelişmesi” ve “bağımsız, birleşik bir Makedonya Devleti kurulması” gibi amaçlar yer almıştır. Dahası başvurucu dernek Yüksek Mahkemeye yaptığı başvuruda, “Makedonya halkının Bulgar, Yunan veya bir Sırp yönetimini kabul etmeyeceklerini” ifade etmiştir.”
Yani, Bulgaristan’ın toprak bütünlüğünü, ulusal bütünlüğünü, yönetimini kabul etmeyen ve bu yapıyı değiştirmek amacıyla eylemler yapan bir dernek ile ilgili verilen kararı, iddia makamı gezi eylemlerine yaptığı suçlamaya konu etmiştir.
Gezi eylemlerinde böyle bir muhteva görmedik. Gezi eylemleri tüm uluslararası resmi ve/veya sivil raporlarda mutabık olunduğu gibi barışçıl eylemlerdir. Dahası, örgütsüzdür. İddianamelerde de bu durumu saptar bir delil yok, tespit yok. Bu ibareye atıf yapmak için iddia makamının eylemcileri, atfı yaptığı AİHM kararındaki gibi, şiddete dayalı bir amaçla suçlaması gerekir. Tümüyle belirsiz ve gerçekte olmayan bir isnat, ya da “GİZLİ” bir suçlama daha var ancak isnat edilmiyor.
“Polise direnme” iddiasına ilişkin anlatımlar var iddianamede. Ancak polise direnmek (kabul edilse dahi) “amacın şiddete dayalı gerçekleşmesi” suçlamasına altlandırılamaz. Ceza usul hukuku bağlamında bir altlandırma sorunuyla karşı karşıyayız ve bu çok ciddi bir tehlike.
-İddia makamının eylemler arkasında şiddete dayalı gizli bir amaç aradığı ve bunu gizlice isnat ettiği olaylara ilişkin dayandığı şekli suç tipi ise 2911 sayılı yasanın 32/1 fıkrasında düzenlenen “ihtara veya zor kullanmaya rağmen dağılmama” suçu.
İddia makamının dayandığı aynı AİHM, “kolluk güçlerinin barışçıl gösteriye zor kullanma hakkı da, dağılın ikazında bulunma hakkı da yok” diyor. Bu durumda, eylem barışçıl giderken, polis dağılın dedi diye insanlar dağılmak zorunda değil, dağılmamaları da polise zor kullanma yetkisi vermiyor. Yukarıdaki AİHM kararını bilen iddia makamının, bu kararı bilmediği düşünülemez. Bu da önemli bir tezat ve iddia makamının lehe hukuksal gerekçe ve kazanımları görmezden gelerek, sübjektif bir aleyhe durum yaratmaya çalıştığını göstermektedir. Yani nesnel bir suçlama yapılmamaktadır.
Denilebilir ki, eylemciler cadde kapattı, trafiği engelledi vs. yine AİHM, toplantı ve gösteriye müdahale edilmesinin, ancak daha önemli ve ağır basan bir hakkın ihlali durumunda makul olabileceğini söylemekte. Yol kapatmak bu duruma girmiyor. İnsanlar, toplantı gösteri yürüyüşü hakkının kullanımına katlanmak için, yan yolları kullanabilirler ve trafik görevlileri, hakkın kullanımını sağlamak için trafiği buna uygun bir akışa yönlendirebilir. Örneğin 2911 sayılı yasaya göre tertip heyeti kurularak yapılan resmi başvurulu mitinglerde şehrin ana kavşaklarından birine izin verebiliyor valilik. Örneğin Sıhhiye Meydanı, Ankara’nın valilikçe tanınan miting alanıdır. AİHM, işte 2911 s. y.’da öngörülen bu başvuruya gerek yok diyor, hakkın kullanımına katlanmak için. Hal böyleyken, salt olarak trafik akşını engellemek, eylemi barışçıl olmaktan engellemez. Amerika’da tamamen barışçıl toparlanan insanların organize olarak, şehrin ana kavşaklarını kapatarak Dünya Ticaret Örgütü toplantılarını engellediklerini biliyoruz, 2000’lerin başında. Ama hakkın bu genişlikte bir ufukla algılanması Türkiye’de zor görünüyor.
Sonuç olarak, AİHM’in olayla örtüşmeyen kararlarına dayanan kopyala-yapıştır iddianameler, AİHM’in kabul etmediği yasa maddesindeki suç tipine (2911/32) dayanıyor! Ve esasen anılan yasa maddesi, Anayasa 90. Maddeye çerçevesinde, AİHS ile çeliştiği için uygulanamaz bir madde. Bu nedenle davada anılan hükmün anayasa’ya aykırılığını ileri sürmeyi planlıyoruz.
YETKİ AŞAN POLİS “YETKİLERİ”
Anılan iddianamelere göre, tüm iddianamelere konu suçları ihbar eden ANKARA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ.
Burada akıl almaz, bir elde “yetki” toplanması var. Sevk maddesine göre, suç polisin ihtarıyla oluşuyor (2991 32/1 öyle diyor). Eylemin yasal olmadığına karar veren polis, müdahale eden polis, ihbar eden polis, bazı durumlarda ayrıca müşteki (şikâyetçi) olan polis, savcılık “delil topla” talimatı verdiğinde delil toplayan polis, iddianame kabul edildikten sonra mahkeme “delil topla” talimatı verdiğinde delil toplayan polis, olay tutanağını imzaladığı için aynı davada tanık olarak dinlenen yine polis! Yani şikâyetçi olduğu suçun soruşturmasını yapan da, savcısını yönlendiren de, tanıklığını yapan da polis. Hem şikâyetçi, hem savcı, hem tanık bir arada olduğunu düşünün. Ya da savcının kendi şikayetinin davasına baktığını, bir de tanık olarak dinlendiğini düşünün… Böyle bir soruşturma, böyle bir ceza usul hukuku olabilir mi?
Tabi bu sorun da, yasal olarak düzenlenen “adli kolluk” müessesesinin, uygulamada oluşturulmamasından kaynaklanıyor.
Teoride iki tür kolluğumuz var. Birisi “İdari Kolluk”… İdari kolluk amiri, 5442 sayılı Türk İl İdaresi Kanununun 9’ncu maddesi (ç) bendi ve 11’inci maddesi ç bendi uyarınca Vali ve Kaymakamlardır.” İdari kolluk görevi, suç oluşmadan önce meydana gelen tüm olaylar olarak değerlendirilebilir. İdari yani önleyici polis, kamu düzenine engel oluşturan, kanunların suç saydığı eylemleri önlenmekle görevli kolluk kuvvetidir. Örneğin, “barışçıl olmayan” toplantı-gösteriye müdahale etmekle görevli kolluk budur.
Diğeri ise “adli kolluk”… Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 164-167. Maddelerine göre çıkarılan Adli kolluk yönetmeliğinin 4’üncü maddesinde belirtildiği üzere, Türkiye’de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı polis karakolları, Jandarma Genel Komutanlığına bağlı jandarma karakolları, Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı bot komutanlıklarında, Gümrük ve Muhafaza Genel Müdürlüğüne bağlı müdürlük, müstakil bölge ve kısım âmirliklerinde adlî kolluk personeli görevlendirilir. Görevlendirilen personel adli kolluk görevini öncelikli olarak Cumhuriyet Savcısına bağlı olarak yürütür. İşte bu da, soruşturma yürütmekle görevli, basit anlatımla suçu araştıracak kolluktur. İşte bu adli kolluğun idari kolluk görevi olamamalıdır. İkisi birbirinden tamamen ayrılmalı, savcılığa bağlı, yalnızca soruşturma faaliyetinde görevli ayrı bir kolluk olarak düzenlenmelidir.
Aksi durumda şimdiki gibi, eyleme müdahale eden kollukla, eylemi soruşturan kolluğun aynı olması abes sonucunu doğurmaktadır. Bu durumda kolluk taraf olmaktadır. Eylemlerdeki arbedeyi yaşayan, fiziksel olarak karşı karşıya gelen, eylemcileri düşman gibi gören bu kolluk, aynı zamanda suçlamayı ve suçun soruşturulması faaliyetini yürütememelidir, Tabidir ki bu suçlamayı yapan polis, kendisini haklı çıkaracak delilleri toparlayacaktır, soruşturma süreci objektif değil, sübjektif olarak yürüyecektir.
Av. Doğan Erkan
Odatv.com